GELİŞEN DÜNYANIN, GERİDEN GELENLERİNE…

27-02-2015

Zaman çok değişti. Aslında zaman değişti mi yoksa gelişti mi diye bir soru sorsam, çok kişi tabi ki de değişip gelişti diye, cevap verecektir. Çünkü doğal olarak bütün değişimler, yeniyi çağrıştırdığı için birer gelişim olarak algılanabilir. Bundan ötürü soruyu okuyanlar, cevap bile vermeden yazıyı okumayı bırakabilirler, buna da saygı duyarım.  Daha da ötesi Böyle bir cevabın, doğruluk payının da olduğunu biliyorum ve buna da saygı duyuyorum. Fakat küçük bir itiraz etmeden de duramayacağım. Nihayetinde bütün her şey değişime uğrar. Gençlik yaşlanır, yeni eskir, küçük büyür, kısa uzar velhasıl daha sayabileceğimiz yüzlerce, değişimden söz edebiliriz. Şimdi mantık olarak düşündüğümüz vakit, değişimin her zaman ileriye doğru yaşanıp kendine fark ettirme aşamasında, geriye ket vurma yöntemini kullandığını görürüz. Geriye ket vurma, psikolojide bir terimdir. Yeni halin eskiyi hatırlatarak, yani eskiyi vurgulayarak kendini ifade edebilmesini sağlar. Tıpkı yenileme yapanların, yenileme yaptıkları nesnenin yenileme öncesi ve sonrası diye fotoğraflarını çekip sergileyerek, restore ettikleri yerin eski halinden yeni halini ön plana çıkarmaları gibi düşünebiliriz.

Şimdi, konuyu zihinlerinizde iyice somutlaştırıp hedefe varmak için devam etmek istiyorum. Konumuz şu: Gelişmenin tam tersi istikamette yaşanan değişimlerin, topluma kazandırdıkları alışkanlıklar. Bir başka yönü ile toplumun alışkanlıklarını ve değerlerini körelten değişimlerin, gelişmişlikten çok toplum adına yapmış olduğu ciddi gerilemeler. Biraz daha netleştirelim; gelişim diye atfedilip toplum içinde kopukluklar ve ayrılıklar var eden değişimler.

Değişim ve gelişim, paralel yönde istikamet ederler. Fakat gelişim değişime göre daha olumlu bir seçenektir. Nitekim odunun kül olması bir değişimdir, odanın sıcaklığının artması ise bir gelişme olarak kabul edilebilir. Burada bahsetmiş olduğum gelişme, bir şeyin meydana gelmiş olma hali değil; bir şeyin daha iyi olmasından söz ediyorum. Yoksa gelişmeyi bir hadise, yani bir vukuat veya herhangi bir oluş hali gibi düşünürsek, toplum içindeki yatay ve dikey bütün kıpırdamalar, birer gelişme olarak kabul edilir. Hâlbuki benim anlatmak istediğim gelişme, değişimin herhangi bir nesneye iyi şekilde yansımış halidir.

Toplum içinde yapılan ve benimsenen bu bilinçsiz değişimler, hatta çoğu zaman bilinçsizce diretilen değişimler,  çok renkli, çok dilli, baya baya esprili toplumumuzun yaşadığı en ciddi sıkıntıların başında gelir. Toplumun medya organlarının kısıtlı olduğu ve çok az bir tabakaya ulaşabildiği, toplumun eğitim seviyesinin ciddi şekilde yetersiz olduğu dönemlerde, inanılmaz bir hızla topluma yeni alışkanlıklar, edinmesi için değişimler sunulmuştur. Birçok zaman toplumun kendisi bile bu değişimlerden, habersiz iken yaşadığı bu değişimler, zaman ile toplum dengelerinde uçurumlar yaratmıştır. Yaşandıkları dönemlerde bir sorundan çok olumlu bir farklılık olarak görülen bu durumlar, zamanla toplum alışkanlığına dönmüşlerdir. Aslında kırsal ile kentsel arasındaki uçurumu da yaratan yine gelişmişlik arz etmeyen bu bilinçsiz değişimler olmuştur. Nitekim ülkemizde kent ve köy insanı arasında gelişmişlik farkı ve eğitim seviyesi ancak dünyanın üçüncü sınıf ülkelerinde vardır. Bir tarafta buğday başağını tanımayan bir nesil; diğer yandan belki ömrü boyunca fastfood’un ne demek olduğunu anlayamayacak evlatlar… Bir yandan bütün bildikleri, televizyondan duydukları olan bir nesil; diğer yandan çalışmaktan ve eve ekmek getirme derdinden televizyon bile izleyemeyecek kadar yorgun düşüp yatan evlatlar… Bir yandan çocuk olmanın müthiş bir ciddiyet gerektirdiği topraklarda doğan evlatlar; öbür yandan müthiş bir değişim alışkanlığı ile her geçen gün lüks bir hayatın eline, tutsak  olan bir nesil…

İşte, benim bahsetmiş olduğum gerileten değişimlerin az bir şey imalarıydı bunlar. Şimdi birileri çıkıp kırsal ile kentsel var, kardeşim diyebilirler. Ben de derim ki herkes insan kardeşim. Dünya, kentlerde yaşayanlar için var edilmiş değildir. Çağın gereklerine hitap eden bütün değişimler, vatanın dört bir yanına bütün topraklarına, top yekûn bütün insanlarına eşit dağıtılmalıdır. Eğer ki şehirde yaşayan nesil, akıllı tahta ve bilgisayarla eğitim görecekse benim ülkemin kırsalında eğitim gören evlatlarımda aynı şartlarda eğitim almalıdır. Yoksa değişim, değiştik, değiştiriyoruz, değiştireceğiz diye bağırmanın bir manası yoktur. Kafa değişmedikçe, toprağa dikilen gökdelenlerin beş kuruş değeri yoktur. İçine adam bulamadıkça hiçbir bilim yuvasının da kimseye, zerre faydası yoktur. Velhasıl, değişimin özünde;  eşitlik, adalet, namus ve şeref varsa ancak değişim, toplum adına bir gelişme olarak kabul edilebilir.

Gelişen dünyanın; geriden gelenlerine, emekçi kahramanlarına, fedakâr babalarına, vatansever evlatlarına ve güzel kocaman yürekli Özge Can’larına binlerce selam ile…

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?