DÜNYA DENGELERİ GÖZETİLMELİ

22-08-2017

Neye sahip olduğunuz çok değerlidir. Çünkü gördüğünüz her şey size sahip olduklarınızın yapabilecekleri gibi gözükecektir. Yani bir hayalin büyüklüğü veya her neyse düşüncenin kararlılığı gördüğünüz şeylerin size nasıl görüneceği konusunda belirleyici olacaktır. Bu yüzden şunu net bilmelisiniz ki hiç kimse aynı görmez. Söz gelimi bir çobanın gözünden bir sürü koyun ile bu bir sürü koyunu otoyoldan son model arabası ile geçerken fark eden bir et tesisi sahibinin gördüğü koyun aynı şey değildir. Bir doktor için kütüphanesinde sakladığı kitaplar belki en değerli şeydir, bir hırsız içinde doktorun evinde ki kütüphane de duran maddi değeri çok yüksek tarihi eserler daha değerlidir. İşte bundan ötürü hayatı düşündüğünüz gibi yaşar ve düşündüğünüzü görmek zorunda kalırsınız. İşte bu yüzden bazılarının hayal ettiklerine ulaşan birileri daha fazlası için isyan eder.

İsyan dilden önce, zihne, yüreğe, fikre, inanca ve daha bir sürü manevi şeye bulaşmış ve en son gözler görmek istenileni görmeye başlamış dilde bunu dile getirmiştir.

Şimdi gelelim bunun neden böyle olduğuna, insan neye sahip olmak ister ve bu istekleri zamanla ne ölçüde değişir?

En azından dünyayı kendi yaşadığımız ülke üzerinden değerlendirirsek, bizde bir doyumsuzluğun olduğu aşikar. Daha fazlasına sahip olmak başlı başına bir başlık olarak bile alınabilir. Bitmek tükenmek bilmeyen daha fazlasına sahip olma isteği ise bize sahip olduklarımızı hep az gösteriyor. Sahip olmak istediklerimizin çok büyük oranı da tamamen maddi unsurlardan oluşuyor. Tam bir tüketen toplum özelliği gösteriyoruz. Üretim konusunda son derece zayıf durumda ve üretimi yanlış anlamışız ki marketler bile utanmasa domatesi ve sütü üretiyoruz diyecek durumdalar. Yani bir şeyi temin etmeyi veya elde bulundurmayı ve ticaret üzerinden başkalarına sağlamayı üretim olarak anlıyoruz. Elde var olan kaynakları hızla tüketiyor ve siyasetin bu tükenmişlik karşısında sürekli yeni kaynaklar var etmesini istiyoruz. Bir şekilde döndürülen bu tüketim değirmenin ise sağlıksız şekilde döndürüldüğü ve toplumun sağlık ve geleneğine zarar verdiğini ise oldukça artan hastalık ve huzursuzluklardan anlayabiliyoruz. En basitinden kısır tohum mevzusu şu an ülkenin tarımında büyük oranda kullanılıyor ve bunun engellenebilmesinin de hiçbir yolu gözükmüyor. Ülkenin köyler ile koyuna koyuna duran en küçük ilçelerinde bile onlarca hipermarketler zinciri açılıyor ve bunlara olan talebin azımsanmayacak derecede olduğunu görüyoruz. Kısacası önce dünyayı sonra da dünya ile beraber kendi ömrümüzü tüketiyoruz. Bunda ki en önemli sebepte fazlasına daha fazlasına sahip olmak ve dünyayı böyle bir zihniyet ile algılayıp görmek olarak karşımıza çıkıyor.

Başka inanca ve fikre sahip ülkelerde ise bu daha fazlasına sahip olma isteği farklı durumlarda karşımıza çıkıyor. Özellikle bilim konusunda böyle bir tavır gösteren bu ülkeler, bilimin teknoloji ayağında ürettiklerini de en çok bizim gibi ülkelere pazarlıyorlar. Hatta bilimi tarım üzerinde kullanan çoğu batı ülkeleri bu genetiği değiştirilmiş tarım ürünlerini de bize pazarlayıp, kendi piyasalarından uzak tutmaya çalışıyorlar. Onların da en önemli eksiklikleri, insan aczi yetinin mutlak şekilde bağlı kılındığı sınırlı bilgi durumunu aşma çabalarıdır. Özellikle Zekasını kullanma konusunda önemli seviyeler de bulunan Avrupalı bilim adamlarının da ulaşmaya çalıştığı şey sınırlı bilgelikten kurtulma uğraşıdır. Bu konuda çok ciddi doyumsuzluk gösteriyorlar.

Sonuçta her iki doyumsuzlukta dünyanın dengelerine hasar vermekte ve gelişen dünyanın aslında tahribine ve eskimesine sebebiyet vermektedir. Bence insan iktisadi yaşamalı, üretim ve tüketim konusunda ki her şey dünya dengeleri gözetilerek yapılmalıdır.

SİZİN DÜŞÜNCELERİNİZ?